Karşılıklı severek yola çıkılsa bile,
Belalar peşi sıra yığılırlar üst üste.
Savaş, hastalık, ölüm kuşatır sevdaları…
Aşktan geriye kalır bir anlık fısıltı…
Belli belirsiz gölge, kısa bir gece düşü…
Yeri ve göğü parlak bir ışığa gark eden,
Bir göz kırpışı kadar aniden geçiveren,
Bir şimşek kadar anlık ömür boyu sürer sevdalar.
Heyhat zulmetin dişi, göğü tırmalayınca,
Billur evren buz keser yine karanlık basar.
Lysander.
Aşıkların falında demek hep keder çıkar.
Öyle ise kaderin bu işte parmağı var.
Sabır tesellisidir tüm acı çekenlerin.
En güzel avuntudur, sabretmeyi bilelim.
Aşka düşene varsın pusu kursun hüzünler,
Ulaşılmaz rüyalar, arzular, iç çekişler…
Sabır yedekte ise gözyaşları gül olur.
Bir hayalin peşinden kan revan koşaduran,
Geniş bir nefes alır, kalbi mutmain olur.
Hermia.
Bir Yaz Gecesi Rüyası.
II. Perde – I. Sahne.
Ne kadar doğru demiş değil mi Shakespeare? Aşktan geriye kalır bir anlık fısıltı… Benim aşkımdan da sadece bir anlık fısıltı kaldı şimdi elimde. Yıllardır ona beslediğim bu aşkı ne bünyem kaldırdı, ne kalbim, ne ruhum… Her geçen gün içinde yanıp kül olduğum aşkım artık beni günden güne eritiyordu. Herkesin beni bir sürtük gibi görmesinden hoşlanıyordum. Bu sayede kimse beni aptal aşığın teki sanmıyordu. Daima güçlü, kendinden emin ve çekici bir kadın olarak görüyorlardı beni. Bu yüzden erkekler beni deli gibi arzuluyorlardı ya. Daima benimle olmak istiyorlardı. Bir geceliğine dahi olsa benimle yatmak… Onları zevkten dört köşe etmemi istiyorlardı değil mi? Buda beni büyücü dünyasının baş kaltağı yapıyordu. Aman ne harika. Her neyse. Evet, hala ona aşığım. Tam bir salak gibi hala onu seviyorum. Gideli ne kadar oldu onu bile bilmezken hala gözüm onu bekliyor sanki. Öyle romantik olamam ben. Arkasından gün saymam. Sayamadım desem daha doğru. Zaten yokluğunun acısı beni mahvederken daha da günlerin yasını mı tutacaktım? Hayır. Yeterince acı çekiyordum zaten. İşim, hayatım aslında gayet yerindeydi. Barımın kadrosu ve işi harikaydı. Herkes benim barımda hayat buluyordu. Kimsenin dikkatini çekmiyordu tavırlarım. Veya ilgilendirmiyordu. Arada bizimkiler soruyordu o kadar. Ama bugün… Bugün daha bir yalnız hissediyordum kendimi. Daha bir onsuz… Kendime gelmeliydim artık. Onu düşünmemeliydim. Hayır, bunu yapmamalıydım. Ama… Ama elimde değildi sanki. O hiç aklımdan çıkmıyordu ki. Hiç çıkamamıştı. Her gün her gece… Her gece bir rüyayla karşımdaydı. Gecelerimi sanki kabusa çeviriyordu. Neden beni bırakmıyordu? Zaten beni istemeyerek, sevmeyi denemeyerek yeterince işkence edip hayatımı söndürmüşken neden!? Lanet olsun sana Crestor… Gebermeni görmek ister miydim acaba en çok bunu merak ediyorum. Ama hayır bunu da yapamazdım. Ona olan bu körkütük aşkım gözümü öyle kör etmiş ki ona kıyamıyordum. Günler geçmek bilmez olmuştu artık gözümde. Her gece rüyamda onunla savaşırken, gündüzleri ise hayali yakamı bırakmıyordu. Sesi daima kulaklarımda, ellerini ellerimde hissettiğim o günün anısı hala kafamdaydı. Beni istemediğini, yapamayacağını söylediği o günün anısı. Ellerinin sıcaklığını ilk defa o kadar derinden hissettiğim o gece. Sonra çekip gidişi… Ve arkasından koca bir feryatla karışık hüsranım… Geriye bıraktığı arkasında gözü yaşlı, yitik düşmüş bir kadın. Aradan yıllar geçti. O berbat kadın kendini toparladı ve bir hayat kurdu kendine. Acı tatlı hatıralarla beslenerek. Onu unutarak kurmadı bu hayatı. İçindeki ümide sarılarak, o hatıralarla beslenerek kurdu. Belki bir gün döneceğini onu isteyeceğini düşünerek… Bunun adı umuttu işte. Her insanın ufacıkta olsa bir umudu olmalıydı. İçinde beslediği o küçük umut o kadar saftı ki… Ah Dess hiç büyümeyeceksin değil mi? Onu hiç unutmayacaksın? Hiç ama hiç akıllanmayıp, kalbini geri dönülemez bir yola sokacaksın değil mi?
Her gece başka birinin kollarında olup, sabah adını hatırlamadığı adamın kollarından çıkmak sizce güzel bir şey mi? Bir kadın kaltak gibi görünmeyi sever mi? Bu kadar mı küçük düşer? Bu kadar mı salaktır? Bu kadar mı çaresizdir? Sorular hep kafamda dolanıyordu oysa. Bir yandan o dolanırken bir yandan da sorular. Cevap verebilir miydim onlara? Bunu bile bilmiyordum. Kaçıyor muydum? Belki de evet. Kaçmak daha cazip geliyordu sanırım. Charles… Ne yaptın bana böyle? Neden hiç gitmiyorsun kafamdan? Neden? Rahat bıraksan beni? Çıksan kafamdan ne olurdu? Ne kaybederdim? Oysa ben senin kafandan çoktan uçup gittim. Yerimi birçok kadın aldı. Ama ben… Ne kadar erkekle birlikte olursam olayım işte senin yerine kimseyi koyamadım Crestor.
Kafamdaki düşünceler beni allak bullak etmeye yeterken boşalan kadehime diktim gözlerimi. Sersemce gülümsedim. Elimde duran içki şişeni rahat bir hareketle kaldırdım ve boş bardağımı doldurmaya başladım. Dolan bardağı dudaklarımla kavuşturduktan sonra gözlerimi yumdum. Derin bir iç çekiş koy verip, içkinin damarlarımda süzülüşüne konsantre oldum. Ama gözlerimden akıp giden o bir damla yaşı işte o zaman fark ettim.
‘‘ Lanet olsun sana Charles Crestor! ’’ Fısıldadığım kelimeler bunlardı sadece. İçkiye devam edemezdim. Bir şeyler yapmalıydım. Yavaşça ayağa kalktım. Sanki son bir kez kapıya dokunmak ister gibi asamı kullanmadım. Kapıyı kilitledim ve asamı elime aldım. Camdan dışarı bakarken son bir kez gülümsedim. Londra’nın canlı sokaklarında gezdirdim gözlerimi. Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle sildim ve asamı yavaşça boynuma diktim. Gözlerimi yumdum ve adını son kez fısıldadım. Belki de ona son kez söylemek istediğim sözlerle…
‘‘ Seni seviyorum Charles Crestor. Sonsuza dek… Elveda ebedi aşkım. ’’ Ve son sihirli sözcükleri fısıldayıp hayata gözlerimi yumdum.
‘‘ Avada Kedavra… ’’ Ve yeşil ışığın odada yansımasını bedenim hissederken yere yığıldım. Ve artık bir kuş kadar özgürdüm… Ebedi aşkım adına…