Achille S. D'Artagnan Venice High | IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 1 Kayıt tarihi : 09/09/10
| Konu: Achille S. D'Artagnan Cuma Eyl. 10, 2010 12:13 am | |
| Ad-Soyad: Achille S. D'Artagnan Kişisel Özellikler: Kibar bir beyefendi gibi davranır. Yanında eğlenmemeniz mümkün değildir. Aklınıza gelmeyecek saçma sapan işlere kalkışabilir ve sizi de bunlara alet edebilir. Tabii eğleneceğinize garanti vererek. Arkadaşları onun iyi bir yalancı olduğunu bildikleri halde , ona sonuna kadar güvenebileceklerini de bilirler. Aile Bilgileri: Annesi güzel Fransız bir yazardır. Yazdığı kitaplar çok satmadığı için ülkesinde pek ünlü değildir fakat California sosyetesinde tanınır. Babası ise görünürde başarılı ve mevki sahibi bir avukattır. Ünlüsü: Stas Svetlichnyy - Achille S. D'Artagnan Örnek RPG; - Spoiler:
Kız hafifçe genzini temizledi. Alışkanlıklar değişmez. Ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, birbirlerini son görüşlerinden itibaren üzerlerinde sayısız farklı parmak izi birikmiş de olsa, karşısındaki kızı tanıyordu. Yarım saniye içinde de bakışlarını başka bir şeye yöneltecek. Kül tablası, viski şişesi, peçetelik veya herhangi bir şey. İkinci seçeneği seçmişti. Birisi narin boğazına bir tomar kağıt tıkamış gibi çıkmıştı sesi konuştuğunda.
‘Bakire kızlarla konuşmama hastalığın etkisini yitirdi mi, yoksa artık bakire olmadığım çok mu belirgin?’
Hayır. Bunun olmadığı biliyordu. Değil mi? İkinci seçeneği kısa bir süre zihninde tartmaktan alı koyamadı kendini. Başka birisiyle... Belki de esmer çocuk. Ya da son yemeklerinden sonra hızını alamayıp gittiği bardaki barmen. İçinde titreşmeye çalışan her neydiyse onu rahatsız ediyordu. Mümkün olduğunca arka odalara gönderdi o şeyi. Önemi yoktu. Bakire olmayabilirdi. Genç adam yeteri kadar beklemişti ve uğrunda ilişkileri mahvolmuştu. Ne anlama geldiğini, aslında ne istediğini ve ifade etmeye çalıştığı şeyi Darya'nın hiçbir zaman tam anlamıyla anlayamadığını biliyordu. Viski şişesini hafif kararsız ama çevik bir hareketle dudaklarına dayayan kızdan ayırmadı gözlerini. İçki içmeye alışmış mıydı? Sanmıyordu, alışkanlıklar değişmez. Cam şişeyi tekrar masaya koyarken tok bir ses çıktı. Gözlerini birkaç kere kapayıp açması genç adamın düşüncelerinin doğru olduğunun bir göstergesiydi. Ona çevrilen yüzdeki her çizgiyi zorla ezberlenilen, en gerekli şeyler unutulsa bile unutulmayan o lanet yemek duası kadar iyi biliyordu.
"Bana yalan söyleme, ne olursa olsun, hiçbir zaman. Buna gerek duyma."
Kelimeleri sade, içten ve zarifti. Üzülemiyordü; çünkü tüm kalbiyle verdiği degerin yok oluşunu gördüğü bir yolculuktu aslında gözlerine bakmak. Acı olansa onu "o" yapanın bir parçasının da genç adam olmasıydı. Bir şey ,sadece tek bir şey, demek istiyordu fakat tuhaf olan tam tersininde etkisiyle susmasıydı. Sessiz kalıyordu ve boğazında tutuyordu umursamadan. Sevinemiyordu, çünkü ellerini uzattığında hissetmeyi arzuluyordu. Hissederken tadını tatmak, tadarken sarhoş olmak, sarhoş olurken "Seviyorum." demek. Bu sarhoşlukta kendini kanıtlamak isterdi bir de. Her kelimeyi oluşturan her harfin tek tek anlamını açıklamak. Sevinemezdi. Konuşmak isterken, yolunu şaşırmış yumru hissettiriyordu kendini her defasında. Hiçbir şey diyemezdi. Hiçbir şey. Ne şekilde olursa olsun, hiçbir şey. Hiçbir şey. Bir kelimeyi zihninde bu kadar tekrarlayarak kaçamazdı da. Ve işte bunun yüzünden şu an, geçmişi, boşlukları, eksiklikleri, umutları kısaca Darya karşısında otururken, hiç tatmamış olduğu özlemi içinde bıraktığı tek, belli belirsiz bir yol ile tadıyordu. İronik. Aylardan beri, sahi kaç ay?, görüşmediği, benliğinde bir hayalet olarak kalmış kızın karşısına oturduğu zaman sadece bunu hissetmesi. Ne gülümsemek ne de hıçkıra hıçkıra ağlamak bu. Kokusu uzun zaman sonra dönen bir arkadaşın samimiyetiyle sarıp sarmalıyordu. Bir tanıma işareti, hayal gücünü çalıştıran, dokunmadan daha ciddi etkiler ortaya döken, hormonal dengenin temellerini taşıyan ve de ilk gelişen ama en son kaybolan duyuyla birleşince ortaya genç adamın pek de hoş karşılamayacağı bir his çıkıyordu. Yaşam insanları seçtiği rol üzerine gelişen entrika ve yalanlar üzerine kuruluydu. Şeytanlarla meleklerin oynadığı. Şeytanı oynamak, umarsızca yargılanmak nedenlerini göz ardı ederek ve kaderin zarlarının atıldığı sahnede geçmişe bakıp göz yaşlarında günahlarından arınmadan yoluna devam edebilmeyi gerektiriyordu. Bunu büyük bir ustalıkla yapabilmiş olan genç adam arka odalara ittirmeye çalıştığı duyguların gözlerinden okunmadığını umdu.
"İyi görünüyorsun."
Hayat insanı oyle bir noktaya getiriyordu ki kendini sevdikleriyle savaşırken, aralarına kat edilemeyecek yollar koyarken ve nefret ettikleriyle sevişirken buluyordun. Üzülürdün. Pişman olurdun. Sonra biraz zaman geçer ve tersinin bu dünyada işlemediğini anlardın. Az yemiş, çok içmişti. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnemişti. Dünyayı bir oyuncağa çevirmişti. Ayak basmadığı yer kalmamıştı. Darya başkasıyla beraber olmuş, bekaretini ona vermiş olabilirdi. Ait olmaksa doğru tanım değil. Ne o, ne de başka birisi hiçbir yere ait değildi. Aidiyet bir kandırmacaydı küçük çocuklara anlatılan. hiçbir yerde hiç kimse beklemiyordu kimseyi. Nasıl bu hale gelmişti? Nasıl bu kadar narsist ve android bir hale gelebilmişti? Seyrettiği filmlerdeki kahramanların gerçek olabileceklerine nasıl inanmıştı? Romanların, tuvalette okumak için yazılmış olabileceklerini nasıl düşünememişti? Kızın biraz önce masaya bıraktığı şişeyi kavradı ince parmakları. Uzun, kemikli. İçkinin tadı ağzında yayılırken daha fazla duyumsayabilmek için gözlerini kapattı. Birkaç yudum sonra aldığı yere geri koydu tekrar şişeyi. Hafiflemişti hatırı sayılır miktarda. Hâlâ içiyordu eskisi gibi, içki ayırmazdı. Genç adam alkolü kendine yakıştırırdı. Her türlü uyuşturucudan tatmıştı. Bağımlılıktan nefret etmişti. Gitmesini, terk etmesini engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlanmıştı. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullanmış, aşık olmuştu. Tam karşısındaki insana. Genç adamı bu hale getiren o muydu? Üç yıl gerçekten yeterli bir süreydi. Değil miydi? Bütün derdi kızı yatağa atmak ve sonra çekip gitmek olan lanet olası bir adam olmamıştı ona karşı hiçbir zaman. Bir zaman sonra hazzı kızla beraber yaşamak istemişti, aşık olduğu kızla. Gerçekleştirilecek olan aktivite onunla olsun istemişti. Ruhu onunkiyle bütünleşmişken başka bir kıza gidip de kendi ruhuna aı çektirmek değil. Ayrılmaları kırıcıydı tamamen, yakıcı, yıkıcı. İncinmiş genç adam kızgınlık ve kırgınlıkla yapabileceklerinden en kötüsünü yapmıştı. Vladimir Leonid Vasilyev'in şu an sahip olduğu kişiliğe giriş aşamasıydı o, her şeyin başlangıcı. Nerede olursa olsun soğuk olan ellerinin buz kestiğine emindi. Tekrar şişeye uzanan parmaklarının rengi çekilmiş,tırnakları tanıdık şekilde bembeyaz. İçinde oluşan ani dürtüyü kontrol edemeyerek şişeye uzanan ellerini sağ avcunun içine aldı. Sol elinin parmaklarıyla buz kesen parmakları kavradı. Bütün bunlar olurken gözleri bir kere bile kızdan ayrılmamıştı. Kendi vücudunun ısısını emmeye başlayan yumuşak tenin sebep olduğu anılar taaruzunu geri püskürtmeye çalıştı.
‘Bir daha görüşecekmişiz gibi, bana öneride bulunman ve de iltifat etmen gerçekten garip.’
Yorgun bir sesle söylediği cümlesinin ardından narin omuzları belli belirsiz hareket etti ve ellerini ayırdı genç adamınkilerden. Gerçekten böyle düşünüyor değildi herhalde. Bir şeyler söylemek için ağzını açtığında kızın sıcaklığı biraz artmış parmaklarını dudaklarında hissetti. Kız yavaşça parmaklarını aşağı indirdi ve geri çekildi. Gözlerindeki boş ifadenin neyi yansıttığını biliyordu. İçinde çok büyük bir savaş veriyor ve milyonlarca düşünceyle boğuşuyordu. Konuştuğunda boğuk çıkan sesinin sebebi de zıt düşüncelerden herhangi birinin diğerini yenememesiydi herhalde.
‘Yatağa atamadığın tek kızım, bunu sindiremiyorsun ve istediğin herkesi elde edebileceğini kanıtlamak uğruna işimi halletmek istiyorsun, değil mi?’
Bunu beklemiyordu. Ve ayrıca hayır, bu doğru değildi. Bir şekilde hastalıklı bulduğu bu cümleler onun düşündüklerini ifade etmiyordu. Kıza açıklama yapacağı sırada kızın bu sefer birazcık daha yumuşatılmış sesini duydu.
‘Bak, ikimiz de gerçekten zor dönemlerden geçtik. Büyüdük ve olgunlaştık. Fiziksel olarak da ruh olarak da. Benden daha hızlı büyüdün, cinsel isteklerini gidermek istedin. Haklıydın da, on dokuz yaşında bir gençtin ve seni üç sene boyunca beklettim. Seni suçlayamam Vladimir; ama daha on altı yaşındaydım. Seninle öpüşürken yaşadığımı hissediyordum, sadece o kadar. Saf sevgimi, kalbimi adadım sana. Vücudumu da adayacaktım, sadece biraz daha güven gerekiyordu. Belki de sorun bende; ama eğer gerçekten sevseydin, beklerdin. Beklemedin ve...’
Gözleri oyun oynamıyordu ise gördüğü; yıldız gibi parlayan bir damla yaştı. Tek bir damla kendi yolunu çizmeye başladı yalnız başına, hafif sağa. Yoldan çıktığını fark etti ve, tekrar hafif sola. Damlalar abartılı olmayan bir şekilde çoğaldı sonra. Kahverengi saçları yüzünü okşar gibi yanaklarından bedenine doğru uzanıyordu.
‘Gittin Vlad, arkana bile bakmadın.’
Vlad. Bu kelimeyi kızdan duymayalı asırlar olmuş gibiydi. Kelimenin üzerinde yarattığı etkiyi gözlerinden taşırmamayı ce çabucak gizlemeyi başardı. En hızlı şekilde. Kız derin bir nefes aldı.
‘Bu yüzden pişmanlık duymamalıyım Leonid, tıpkı senin gibi.’
Soğuk sesi kelimelerin her birinin üstüne bastırmıştı. Genç adamın gövdesinin hafif, ince simetrisi ellerini masanın üstünden çeker ve sandalyeye yaslanırken dikleşti. Bir tanrının ağız ve çenesine sahipti. Benzersiz, vahşi, iri, berrak, gölgeleri saf maviden yoğun ve parlak bir maviye değişen gözleri biraz önce oluşan hafif duygu yoğunluğunu kaybetmişti. Gür, parlak kahverengi saçlarla altlarında ara sıra ışıl ışıl, fildişi gibi parıldayan alnıyla yüz hatları; belki de İmparator Commondus'un mermerden olanlarını sollayabilecek bir görünümdeydi. En klasik anlamda muntazam ve büyüleyici. Çehresi bütün insanların yaşamlarının bir döneminde gördüğü ve bir daha da görmediği ama aklından silinmeyecek simalardandı. Hafızaya yerleşecek özellikteydi, ama belirsiz ve hiç bitmeyen bir anımsama hissi uyandırıyordu aslında. Belirgin olarak değil, fakat sürekli arka planda. Mezuniyet balosunda çalan şarkı gibi. Her ani tutkunun ruhunun herhangi bir vakitte belirgin imgesini o yüzün aynasına düşürmemesinden de değildi bu- o aynada, ayna benzerinde tutku kaybolunca hiçbir iz kalmamasındandı. Hiç özlememişti. Başnmı omzuna yasladığında kulağına fısıldadığı anları, hararetli şekilde bir şey anlatırken sözünü öperek kesmesini. Özlememişti. Burnunu kar taneleri ıslatırken cebinden mendilini çıkarmaya çalışmasını, yağmurdan korunmak için kafasına geçirdiği kapüşonun arasından çıkan o kahverengi saçları. Hiçbir şekilde. Konuşabilmeyi, anlayabilmeyi, dertleşebilmeyi. Hiç özlememişti. Elini tutup sokağın sağında yürürken bastıkları yapraklardan çıkan iki farklı sesi ve ardından saçlarını dağıtan rüzgara aynı anda maruz kalmayı, piyanonun yanıbaşında gözleri kocaman açılarak onu izlemesini. Mesela o şeftaliyi seçerken, "iki tane şeftali." demeyi ya da onun önceden tattığı bir şeyi kesinlikle yanındayken denemeyi özlememişti. Dokununca fark etmişti zaten hiç özlemediğini soğuk ellerinin bacaklarının arasında ısıtamayıp, öptüğünde bir an ısınmasını. Vazgeçemediği kokusu yanındayken doya doya her hücresinin içine işlemeyi özlemediğini biliyordu. Gülümserken gözlerindeki tarif edemediği güzellikle ona sunduklarını, gene ayırmadan o gözlerle genç adama bakışını, ardından gülümseyip "Ne?" demesini. Çünkü o beklemeyip gitmişti. Gerçekten sevseydi beklerdi öyle mi?
Oyunları bırak. Neler yaratıyorsun böyle. Gerçekten sevmiştim. Salıncakta sallanmak gibiydi yanında olmak. Gözlerimi karartıyordun, mutluluktan gülümseyemiyordum bile. Yavaş çekimde, şeffaf noktalar vardı her yerde. Sonra sen..."
Geçmiş zaman kipi vurguluydu. Cümlesinin devamını getirmemek için kendisini tuttu. Onun için zor değildi bu. Uçurumun kenarında olunca rüzgar bir insanın suratına daha iyi çarpar. O bile kıyamaz atlama der, geriye götürmeye çalışır bedeni. Öyle bir andı bu da. Ne yazık ki genç adamın içinde buna itiraz edecek bir ses yoktu. Yeniden konuştuğunda genç adamın eski halini tanımayan biri küçük dilini yutabilirdi sesinin bu tonunu duyunca. Genç adamdan beklenmeyecek bir duygular silsilesini barındıyordu.
" Normalde gözüne hiç takılmayacak buruşturulup atılmış bir sigara paketine odaklanırsın. Sonra hep durup dururken, alakasız anlarda ve aniden özlediğini farkedersin. Özlersin, bilirim. Ve sen özleyince. Beni üzersin. Beni iki türlü de üzersin. Özlersin. Yeşil yanar. Karşıya geçersin."
Her cümlenin sonunda uzun aralıklar vardı. Es'ler.
"Eğer iddia ettiklerini gerçekten yapacaksan, kendi isteğinle nefret duyduğun bir kişiliğe benzemeye çalışacaksın. Bana. Bana."
Son kelimelerindeki vurgu hissedilirdi. Anlayamıyordu genç kız, ne kadar olgunlaşmış olursa olsun, anlayamayacak, anlamayacaktı. Vladimir ki kendi hayal gücünün parlaklığıyla afallamış, gençliğinin alevleri arasına düşmüştü. Darya'nın önünde ifadesiz ve büyük ihtimalle acımasızlık sezdiren bir şekilde oturuyordu. Olduğu- ah olduğu gibi değil- soğuk vadide ve gölgelern arasında değil- olması gerektiği gibi- o bulanık hayeller gezegeninde, kurallarını kendisinin belirlediği dünyasında muhteşem, derin düşünceler ve hareketlerle bir ömrü harcarken. Evet. Tekrarlıyorum- olması gerektiği gibi. Bu dünyadan başka dünyalar da var şüphesiz- çoğunluğun düşüncelerinden başka düşünceler- sofistin spekülasyonlarından başka spekülasyonlar. Onun davranışlarını kim sorgulayacak peki? Kim vizyonlar içincd geçen saatlerinden dolayı suçlayacak onu, ya da aslında onun sonsuz enerjisinin taşkınları olan o uğraşları kim yaşamının harcanması olarak kötüleyecek? Karşısındaki bu kız mı? Hala büyüyememiş olan. Biçimli dudakları hafifçe gerildi, çok minik bir gülümseme. Hiçbir zaman onun gibi olamayacağını ikisi de biliyordu. Kısa bir süreliğine ortaya çıkmış eski benliğinin hayaleti, benlik bile değildi benliğin hayaletiydi sadece, yerin kat kat derinliklerine geri dönmüştü.
"Ne acı, yaşamını bu dünyalar arasında yaşıyorsun, renkler vücudunun etrafında eğilip bükülüyor. Sen ve ben gökkuşakları içerisinde kaybolduk, fakat rüyalarımız asla son bulacak kadar yaşamadı."
İfadesiz ve aslında sadece bu yüzden bile kızın canını acıtan ses geri gelmişti. Bütün insanlara kızgındı genç adam. Yaşadıkları için. Hayattan midesi bulanıyordu. Bu yüzden bu hale gelmişti. Ateşle oynardı. Yeterince benzin ve karşısında oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirdi. Onun adı Vladimir Leonid Vasilyev. Geceleri, gökyüzünün karanlığında ve bitmeyen eğlencesinde kendini kaybederdi. Depiat'ta doğmuştu. İki insanın üç gram kokain karşılığında bileklerini kestirtebildiğini görmüştü. Sabah uyandığında okyanus onu yıkardı. Bütün bildiklerini kusarak hayatta kalıyordu. Notalarıyla. Ölenleri rüyasında görürdü. Sabah kalktığında göğsünde ölümcül bir yara vardı bir kere. Şiir yazmıştı. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuna çevirmişti. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koymuştu. Biraz zaman kazanmıştı böylece. Sonuncusunu ise aklına getirmeye tenezzül etmiyordu. İnsanlarla konuşuyor on beş dakikada onların hayatlarında vazgeçilmez biri oluyordu. Kendini ölümsüz olarak görüyordu. Mekân ve zamandan kopalı uzun zaman oluyordu. Bir kıza âşık olmuştu. Karşısındaki. Onunla olabilmek için yanıp tutuşuyordu. Benliklerinin bütünleşebilmesi için üç yıl beklemişti. Bir sabah, beklemeyi boşverdi. Sonuç alamadığı için bir şey için daha fazla çabalamadı. Aşık olmaktan vazgeçti. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl genç adam biliyordu. Onun adı Vladimir Leonid Vasilyev. Tanrı'dan vazgeçmişti. Ölmekten vazgeçmişti. Çünkü ölürse ve eğer yukarıda onu ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmesi gerekecekti. Ölmek istemiyordu, çünkü Tanrı'yı da öldürür diye korkuyordu. Bu kadar narsistti. Ve böyle bir vefata onun dışımda kimse dayanamazdı. Platon'un Mağara İstiaresi'ne karşılık, o da Kuyu İstiaresi'ni yazmıştı: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlatmıştı. Ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlatmıştı. Ve sormuştu, Tanrı'nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı olduğunu. Eskiden poker oynardı. Şimdi de, Tanrı’nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyordu. Hayatı masadaydı, birkaç kırmızı oyun fişiyle.
| |
|
Coco Lola & Coco
Mesaj Sayısı : 81 Kayıt tarihi : 05/09/10
| Konu: Geri: Achille S. D'Artagnan Cuma Eyl. 10, 2010 12:48 am | |
| Kayıt işleniyor. Venice High IV. Sınıf Öğrencisi, ünlüsü Stas Svetlichnyy. Verilen puan 20.
| |
|